Biz hala bir araştırma istasyonu
kuramadık. Diyanet Vakfı gibi kuruluşlar keseyi açmaya hazır ama bürokrasi
gereken atılım, gösteremiyor. Her fırsat ve kuruluştan yararlanmak lazım.
Reşid Rahmetî (Arat), Zeki Velidî
(Togan), Saadet Çağatay gibi isimler istisna olarak kalıyor. Türk Tarih Kurumu
atalar yurdunda iki hafriyatı bir süre önce desteklemeye başladı. Henüz Orta
Asya arkeolojisi Türkiye'de ilmi bir branş olarak kurulmuş değil.
Türkoloji bölümlerinde sınırlı
dialektoloji dersleri dışında Orta Asya'ya adım atacak uzmanların
yetiştirildiği söylenemez. Zira bu günün Orta Asyasına adım atan belki Rusça
ile Türkiye Türkçesi ile işini görebilir; ama bu dünyanın içine nüfuz etmesi, o
hayatı kavraması mümkün değildir.
Orta Asya'ya adını atan Türk
dilini bilmelidir. Türkiye'de 50 yıl önceki gazeteleri okuyamayan birinin Orta
Asya'da kullanılan lugatçayı intibak etmesi mümkün değildir. Kaynak ülkeye
giren, dilin ve kültürümüzün kaynağıyla olan uzaklığı kapatmalıdır. Rusça ve
Farsça bu dünya insanının semantik ve kavramsal yapısını anlamak için lazımdır.
Orta Asya insanının din
duygularını, din anlayışını, milli-dini kimlik mekanizmalarını bugünkü
Türkiye'nin İslamcı ve lâikçi yaklaşımı, kavram ve istilahat ve galatlarıyla kavramak
mümkün değildir.
Orta Asya tarihte ve şimdi Türk
yurdudur; ama sadece Türklerin yurdu değildir. Bugün yerli kavim olarak
Taciklerin dışında Türklük hâkimdir, ama mazide öyle değildi; Orta Asya
Mavera'ün nehr ve Baktria denen saha tarihi çağlarda Türkleşmiştir. Dolayısıyla
Türk akademi dünyası, Orta Asya'nın ilk ve ortaçağlarını Batılılardan daha iyi
bilmelidir.
Elli yıldır öldürmekte olduğumuz
Fars tetkikleri ve Farsça branşını diriltmek bir yana, eski kan tetkiklerini
kurup var gücümüzle geliştirmeliyiz. Çin tetkiklerini ciddiyetle yeniden ele
almalıyız ve Orta Asya tetkikçileri için Rusça eğitimini düzenlemeliyiz.
Orta Asya coğrafyasını bilmek
büyük çevre problemleriyle kaderine terk edilmiş, kirlenmiş bu dünyanın
kurtuluşu için gereklidir. Kimse kirlenen çevrenin kurtarılması endişesini
Türkiye kadar taşıyamaz ve ilgilenemez. Ne var ki Anadolu coğrafyasında
herhalde alman Tübinger atlas grubunun kağıda dökmesini bekleyeceğiz. Türkler
Anayurtlarını kendileri öğrenmelidir.
Orta Asya sosyal bilim ve hukuk
alanındaki öğrencilerin öğrenim ve ilgi alanına alınmalıdır. Kağıt üzerinden ve
televizyondan değil. Kısa süreli burslarla geziler ve tetkik seferleriyle bu
dünya hayatımızın içine alınmalıdır. Bu tedbirler bugün tek taraflı
uygulanıyor, talebe oradan buraya geliyor; ama buradan oraya öğrenmeye giden
yok.
Oradan gelen öğrencilerimiz ilk
anda umutsuz görünüyor; ama kısa zamanda Türkçe yazmayı bazen buralılardan iyi
öğreniyorlar. Sağlam bir eğitim var. Aslında Türk dünyası, sessiz sakin
kaynaşıp yeni ilgi ve beceriler geliştirecek bir dünya. Elverir ki kültür ve
eğitim politikaları Türk kültür dünyasının bütünlüğü gözönüne alınarak
geliştirilsin.
Bunun için eklenen Orta Asya
Enstitüsü sadece, dil, coğrafya ve tarih tetkikleri değil ve fakat lisansüstü
seviyede az sayıda öğrenciye eğitim verecek araştırma yaptıracak şekilde bol
bütçeli ve bol imkânlı olarak kurulmalı.
Öğretim kadroları sadece
Türkiye'den değil her yerden celbedilmeli, önyargılardan kurtulmalıdır. Tarihin
itmesi ve çalışkan bir halkın gayretiyle beynelmilel alana çıkan Türkiye'nin
aydın, bilgin ve politikacıları halen çıktıkları meydanda şaşkın dikiliyor.
Bunun çaresi beynelmilel seviyede bilim yapmak, bilgi toplamaktır. Bu da bizim
kadroları aşar. Uzman, öğretmen talebe herkesi toplamalı ve her yere
gitmeliyiz.
Açılmak iş adamlarıyla olmaz.
Kaldı ki Orta Asya'ya ticari alanlar olarak bakmak hem yanlış, yanlışın
ötesinde ibtidai bir davranıştır. Orta Asya bizim kültürel idame sahamızdır.
Müşterilerle değil ailemizin insanlarıyla yaşamak zorunda olduğumuzu bilmeliyiz.