Cinque Terre
Türkçe'yi Sel Götürüyor Hayrettin Çakmak
P
rof. Dr. Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu, bir yazısında şöyle demişti: Türkçeyi sal'a bindirip sel'e verdiler Fındıkoğlu hoca Fransızcadan esinlenip  sal ve sel eklerinin alınmasına ve Arapçanın (î) aidiyet ekinin yerine konulmasına şiddetle itiraz etmiştir. Hatta Arapçadan (î) ekinin alınmasına bile ihtiyaç olmadığını söylemiştir. Bunu söylerken Türkçede on ayrı şekilde isimden sıfat yapmanın mümkün olduğunu söyler. Yavuz Bülent Bakiler'den birkaç misal verelim:  

Arapça (î) ekiyle Ruhî,  Fransızca (sel) ekiyle Ruhsal diyeceğine

Bu ekleri kullanmadan Ruh (hâli)  diyebiliyoruz.

Türkçede (ce) ekiyle isimden sıfat yapılır (Dinî, Dinsel) yerine Dince diyebiliyoruz.

Y. Bülent Bakiler bu mevzuda misallerini on ayrı şekilde sıralıyor. Biz bu kadarla iktifa edelim. Ama Arapça olduğu için zinhar (î) ekinin atılması lazımdır düşüncesi ile “sel ve sal” eklerinin alınması, dilimizi gerçekten “sel” e vermiştir.

Bu uydurukça seven kesim “sal ve sel” eklerinin dilimizde mevcut olduğunu söyler,  Kumsal ve Uysal kelimelerini delil olarak gösterirler. Bu durum elma ile armudu toplamaktan farksızdır. “Kumsal” da ki “sal” bir ek değil «kıyı, kenar» manasında müstakil bir kelimedir. Bu anlamdaki sal, TDK Kişi Adları Sözlüğü’nde de kayıtlıdır.

Fazla teknik açıklamaya girmeden sözün özü dersek; Cumhuriyetin ilk yıllarında mazi ile bağımızı koparıp dilimizi Frenk diline çevirmek isteyen tasfiyeciler (uydurukça dilciler) böyle bir ek uydurmuştur. Sonradan buna kılıf bulmak için sonu sal/sel gibi seslerle biten kelimeler delil gösterilmiştir. Karşı görüş sahibi dilciler delil gösterilen bütün kelimelerin her birini tek tek inceleyip iddialarını çürütmüştür.

Dilimizi Fransız boyası ile boyadığımız bu “sel ve sal” ekleri de çok yanlış olarak kullanılıyor. Yavuz Bülent Bakiler’ den naklen

Meselâ: Kamu alanı diyeceğine yanlış bir şekilde kamusal alan diyoruz.

Ev artıkları, sanat çalışmalarım, elektrik akımı gibi doğru ifadeleri çarpıtıyoruz: evsel artıklar, sanatsal çalışmalarım, elektriksel akım" diyoruz.

Meselâ bizim bir Bölge Valimiz var. Bu doğru bir tamlamadır. Ama Bakan, Cumhurbaşkanı ne zaman o Bölge Valimize gitse, ondan mutlaka Bölgesel sorunlar hakkında bilgi almaktadır. Bölgesel sorun ifadesi yanlıştır. Eğer bu ifade doğru ise Bölge Valimize de Bölgesel Vali dememiz gerekir.

Bizim bankalarımız ev alanlara ev kredisi veriyor. Tarımla uğraşanlara da Tarımsal kredi açıyor. Tarımsal kredi ifadesi doğru ise: Ev kredisi demek yanlıştır. Evsel kredi dememiz gerekecektir. Bazı kimseler sanıyorlar ki, Fransız’ın bu sel-sal eki hangi kelimenin kuyruğuna yapıştırılırsa, o kelimeyi derhal Öz Türkçe yapıyor.

Mesela Tarih Arapça bir kelimedir. Tarihsel deyince öz Türkçe mi oluyor?

Kent:  Farsça bir kelime, Kentsel yapınca nur topu gibi Öz Türkçe mi oldu.

Şair Orhan Yamak’tan sel ve sal ekli öz Türkçe (uydurukça) mısralar

Buyruklarına anık önsezilerim vardı duyuşsal
Övüncümdün, içsel tin üşümelerime em bilişsel
İmgelerimin düşsel gönenciydin en sezişsel
Açınımlarımın iyesiydin  en yaraşık ve işlevsel

(Buyruk: Emir, talimat Anık: hazır, amade Duyuşsal: Manevi açıdan kişinin pek çok farklı değerini gösteren unsur Övünç: Kıvanç, övünme İçsel: içten gelen Tin: Ruh Em: İlaç, merhem Bilişsel: zekânın işleyişiyle ilgili İmge: hayal, Düşsel: düş ile ilgili hayali Gönenç:  refah. Sezişsel: sezme feraset Açınım: Gelişme. İnkişaf İye: Sahip Yaraşık: Uyma, uygunluk İşlevsel: İş görme, fonksiyonel)

Yukarıdaki şiirde kullanılan dilden bir şey anlayan varsa beri gelsin! Şiirde geçen kelimeleri, konuşmalarında ve yazılarında kullanan bir kesim oluğunu unutmayalım.

Birde Nazım Hikmet’in (Ocak 1921) İstanbul’un fethi ile ilgili mısralarına bakın.

İslam'ın beklediği en şerefli gündür bu, 
Rum Konstantiniyye’ si oldu Türk İstanbul'u
Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi, 
Türk'ün genç padişahı, bir gök yarılır gibi
Girdi Eğrikapı'dan kır atının üstünde, 
Fethetti İstanbul'u sekiz hafta üç günde
O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın!, 
Belde-i Tayyibe’yi fetheden padişahın,
Hak yerine getirdi en büyük niyazını, 
Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını!
İşte o günden beri Türkün malı İstanbul, 
Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul!

Necip Fazıl’ın Sakarya türküsü (1949) uzun olduğu için iki kıtasını aldım

Rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur
Sırtına Sakarya'nın Türk tarihi vurulur

Eyvah eyvah Sakarya’m sana mı düştü bu yük
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya
Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya

Bana kefendir yatak sana tabuttur havuz,
Sen kıvrıl ben gideyim son peygamber kılavuz

Yol onun varlık onun gerisi hep angarya,
Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya!

Farkı fark ettik sanırım. İkisi Türkçe biri uydurukça üç şiir; dilimize bulaştırılan uydurukça virüsünün tahribatını anlatmaya yetmiş olmalı.