slâm çevresinde kurulan ve
Türk-İslâm kültürünün gelişmesine büyük ölçüde hizmet eden devletlerde, İslâm
amme hukukunda görülen değişiklik, tasavvufî mahiyetteki davranış ve inançların
yayılmasında tesiri olan düşünce hürriyeti, felsefe ve dinî hukuk mevzuudan
ziyade siyâsî ahlâk sahasında eserlerin yazılmasını sağlayan gerçekçi düşünüş eski
Türk boy siyâsî teşkilâtının devamı durumunda olan “beylik” idareleri vb…’nin dışında diğer Türk kültür unsurlarının
da yaşadığı şüphesizdir.
Bu yönden anadil Türkçe başta
gelir. Karahanlı’larda devlet, halk dili ve edebî dil Türkçe idi. Gazneli
saraylarında Türkçe konuşuluyordu. Harezmşahlar’da saray’da ve ordu’da hâkim
dil yine Türkçe idi. Sultan Alâ’üd-din Muhammed, halifenin elçisi ile
konuşurken kendisinin Türk olduğunu ve Arapça bilmediğini söylemişti.
Delhi sultanlığında idareci
tabaka ve ordu mensupları tarafından Türkçe konuşulduğunu Fahr’üd-din
Mübarekşah’a atfedilen eser ve Türkçe tâbirler göstermektedir. Selçuklu’larda
da durum böyle idi. Sarayda ve her tarafa dağılmış, büyük yekûnlara yükselen
Türk askerî kuvvetlerinin her yerde konuştukları dil Türkçe idi. Bu itibarla,
bu devir İslâm-Türk devletlerinde “devlet
dili”nin bazılarında Arapça, bazılarında Farsça olduğu hakkındaki iddialar
fazla değer taşımaz.
Zira ancak son asırlarda millî
devletlerin teşekkülü ile ortaya çıkan “resmî
dil” anlayışını Ortaçağlarda aramak doğru değildir. O devirlerde gerek yarışma,
gerek konuşma dilinin tâyininde başlıca faktör halk kütlesi idi. İran sahasında
ve Arap memleketlerinde idareyi Türkçe ile yürütmek mümkün olamazdı. Buna göre,
Türkler’in daha önceleri gelişmiş edebî dili ve kendi yazıları olduğu hâlde o
çağda İslam dinin tesiri ile, Kur’an dili olduğu için yaygın Arapça ve halk
çoğunluğunun anadili olan Farsça yanında Türk dilinin devletler ölçüsünde
umumileşmemiş olmasını tabiî karşılamak gerekir.
Diğer taraftan, Büyük Selçuklu İmparatorluğu
zamanında Türkçe’nin ehemmiyetini gösteren vesikaların başlıcası 1074 yılında
Bağdat’ta Kâşgarlı Mahmud tarafından yazılan Dîvan-u Lûgat-it-Türk’dür ki,
müellif bu kitabını Türk olmayanların Türkçe öğrenmek ihtiyaçlarını karşılamak
üzere yazdığını kaydeder. Bu eserde işaret edilen “Türk dilini öğreniniz, çünkü Türkler’in saltanatı uzun sürecektir”
mealindeki bir “hadîs” de devrin
dikkate değer bir telâkkisini ifşa eder.
Türk sözünün “olgunluk çağı” mânasına geldiğini söyleyen Kâşgarlı Mahmud’un
ortaya koyduğu üstünlük hissi, İbn Hassûl gibi devlet adamları, Saa’lebî ve
Gazzî gibi şâirler tarafından da ifade edildiğine göre, o zamanki Türk
topluluğuna hâkim bulunan hamleci ruh iyice anlaşılır. Nitekim Türk nüfusun kesafet
kazandığı Anadolu’da bu ruh büsbütün canlanmış, Yunus Emre başta olmak üzere
birçok büyük şâirler ve edîbler yetişmişti. Konya’da Türkçe için ferman çıkaran
(1277) Karamanoğlu Mehmed Bey gibi siyâsî temsilciler de bulan anadil, yazı ve
konuşma dili hâline gelmiştir.