Cinque Terre
Orta Çağ’da “Kubbetü’l-İslam” Ünvanlı Bir Şehir: Ahlat Nakış Karamağaralı

A

hlat’ı nüfus açısından bakarsak, Zekeriya Kazvini Ahlat’ta Türkçe, Ermenice ve Farsçanın konuşulduğunu yazmakta, Kürtçeden hiç bahsetmemektedir. XIII. yüzyılda Ahlat’ın nüfusunun ne kadar olduğunu tespit etmek mümkün değildir.

Ancak bir depremden sonra 12.000 hanenin Kahire’ye göç etmesi ayrıca bilim, ticaret ve sanat merkezi olarak beldeye “Kubbetü’l-İslâm” ününün verilmesi, altı büyük mezarlığının bulunması, en büyük mezarlığı olan Selçuklu Mezarlığında döneminde tahminen 8.000 civarında mezartaşı olması ve burada yatanların sıradan kimseler olmayıp belli makama ve rütbeye sahip bulunmaları, şehrin 4,5 km. genişliği ve 11.5 km. uzunluğunda bir büyüklüğe sahip olması ve yapıların büyüklük ve çeşitliliği dikkate alındığında nüfusunun 300.000 civarında olduğu rahatlıkla düşünülebilir.

Mimarlık ve şehircilik açısından baktığımızda Ahlat’ın büyüklüğü daha da açık şekilde ortaya çıkmaktadır. Eski Ahlat Şehri 4.5 km x 11.5 km. büyüklüğünde bir şehirdir. Bugün ayakta kalan eser sayısı Ahlat’ın büyüklüğü ile kıyaslandığında oldukça az olmasına rağmen, kazılarla ortaya çıkarılan ve araştırmalarla izleri tespit edilmiş olan eserler dikkate alındığında mimari yoğunluk ve çeşitliliğin şaşırtıcı olduğu görülür. Tapu tahrir defterlerinde bahsi geçen yapıların sayıları ve türlerine yönelik bilgiler bizi bu konuda aydınlatmakta ve arkeolojik verileri desteklemektedir. 

Bunlara ilave olarak Ahlat’ta çeşitli tarihi kaynaklarda bahsi geçen çok sayıda zaviye ve cami, köprüler, dükkanlar ve evler, han ve kervansaraylar, bimarhane de yer almaktadır. Ahlat’ın 40 burç denilen burçlarının tamiri ve dayanıklılığı ise Harzemşah istilası dolayısıyla kayıtlara geçmiştir. Evliya Çelebi 1655 yılı seyahati sırasında Ahlat eserlerine yer verir ve eserlerin kalıntılar halinde mevcut olduğunu anlatır. 

Bütün bu bilgiler buranın önemli ve büyük bir şehir olduğunu göstermekte, şehrin sosyal ve mimari yapısını bize aktarmaktadır. Diğer taraftan hükümdar ailesi mensupları, devlet adamları ve zengin tacirler vakıf kurarak yapılan eserlerin işletme ve tamir işlerini devlete yük olmaktan kurtarırlar; bazen de kazançlarını birleştirerek müşterek iş kurarlardı. 

Ahlat’ın en büyük ve şöhretli mezarlığı olan Selçuklu Mezarlığı’nda bulunan mezartaşları Türk kültürü için çok büyük öneme sahiptir. Ahlat’taki sosyal, kültürel ve siyasi yapı, ticaret ve ekonomi, ilim, sanat ve mimarlık, gelenek ve inançlar, unvanlar ve rütbeler hakkında bilgi ediniyor ve bunların yüzyıllara göre gelişimlerini takip edebiliyoruz. Bu taşlar ölünün şahsiyetinden başka, sağlığında yaptığı işleri de kaydetmektedir. Burada yatanların sadr denilen valiler, yüksek rütbeli askerler, fakihler, kadılar, şeyhler, hafızlar, şairler, filozoflar, âlimler gibi idareci, ilim, kültür ve sanat adamları oldukları anlaşılmaktadır. 

Ahlat’taki mezartaşlarında imzaları bulunan ustalar sadece taşçı ustası değil, aynı zamanda mimardırlar. Aynı ustaların adlarına Anadolu Selçuklu mimarlığının oldukça önemli eserlerinin kitabelerinde de rastlamamız son derece önemlidir. Gevaş’taki Halime Hatun Kümbeti’ni, Ahlat’taki Erzen Hatun Kümbeti’ni yapan mimarlar Ahlatlıdır.

Divriği Ulu Cami’sini yapan mimar “Hurşah el Hılati”, Tercan Mama Hatun Türbesi’ni yapan mimar Ebu’n-Nema b. Mufaddalu’l-Ahval’ın el Hılati, Kayseri-Nevşehir yolu üzerindeki Alay Han’ı yapan “el Hılati en Neccar”ın hem mimar hem mezartaşı ustaları olduklarını, mezartaşları üzerindeki kitabelerden anlamaktayız. Ahlat’ta Ermenşahlar zamanında ahşap oyma sanatının da ileri seviyede olduğunu Konya Alâeddin Cami’sinin minberini yapan Ahlatlı Usta el Hac Mengümberti’den anlıyoruz. Bugün için mezartaşlarından 24 adet Ahlatlı mimar ve mezartaşı ustası tespit edilebilmektedir. Kitabeleri mevcut, bu kadar bol sanatkâra XII-XIV. yüzyıllarda başka hiç bir beldede rastlanmamıştır. Bu durum şehrin “Kubbetü’l İslam” unvanını nedenli hak ettiğini bu açıdan da göstermektedir. 

Sosyal ve dini hayatını incelediğimizde, Ahlat’ta bulunduğunu bildiğimiz çok önemli bir teşkilat da ahiliktir. Mezar taşlarındaki sanatkâr kitabeleri ahilikle ilgili bilgiler vermektedir. Mezartaşları üzerinde ölü ile ilgili bilgilerin yanısıra taşı işleyen sanatkârın da ismi yazılıdır. Ancak, sanatkârın üstat olduktan sonra, yanında çalıştırdığı kalfasının ismini de taşa yazdığı görülmektedir. Bunların içinde baba-oğul hatta toruna da rastlanmaktadır.

Bu durumda sanatkâr üstat olsa dahi yanında çalıştırdığı kimseyi zikretmek zorundadır. Böylece kuşaklar boyu devam eden usta-çırak ilişkisi ve rütbe silsilesi takip edilebilmekte, buradan da Ahlat’ta kuvvetli bir ahi teşkilatının hüküm sürdüğü anlaşılmaktadır. 

Ahlat XII-XV. yüzyılda fıkıh, hadis gibi Kur’an ilimleri ve İslam felsefesini bilen, ulema yetiştiren medreseleri, hafız yetiştiren darü’l-hüffazları, sufî ve derviş yetiştiren zaviyeleri, astronom yetiştiren rasathaneleri, kimyager yetiştiren okulları, müzisyen ve meddahları ile; yetiştirdiği mimar ve sanatkarları ile; gelişmiş bir fikri, dini, kültürel ve sosyal hayata, ve bütün bilimleri bünyesinde barındıran bir ilmi hayata sahip olmasıyla, “Kubbetü’l-İslâm” ününe layık bir şehirdi.