Babam, Van Gümrük Müdürlüğü'nden emekli Abdulhakîm Efendi, annem, ev kadını Cevahir Hanım'dır. Biri benden büyük beş kardeşim var... Evliyim, halen beşi hayatta altı çocuk babasıyım.
İlkokula Van'da başladım, Doğubayezit'te bitirdim. Ortaokula Karaköse'de başladım. Erzurum’da bitirdim. Daha sonra Erzurum Erkek Öğretmen Okuluna (sonradan Nene Hatun Kız Öğretmen Okulu oldu) kaydoldum. 1952 yılında ilkokul öğretmeni olarak hayata atıldım.
Üç yıl ilkokul öğretmeni olarak çalışıp askerliğimi yedek subay olarak tamamladıktan sonra, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedegoji Bölümü'ne kaydoldum. 1958 yılında oradan mezun olarak muhtelif öğretmen okullarında ve enstitülerinde pedegoji öğretmenliği yaptım. Böylece, vatanıma binlerce, hatta onbinlerce öğretmen yetiştirmek fırsatını buldum.
Çalıştığım bu okulları, şöyle sıralayabilirim: Van Alparslan İlköğretmen Okulu, Savaştepe İlköğretmen Okulu, Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü, Bursa Eğitim Enstitüsü, İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü...
Ben, İslam iman ve ahlakına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk Milleti'ni iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece "İslam'ı gaye edinen" Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim.
Benim milliyetçilik anlayışımda, asla ırkçılığa, bölgeciliğe
ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur. İster azınlıktan gelsin, ister çoğunluktan
gelsin, her türlü ırkçılığa karşıyım.
Kişi Kavmini Sevmekle Suçlanamaz
Bunun yanında, Şanlı Peygamberimiz'in "Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz", "Kavmin efendisi kavmine hizmet edendir" ve "Vatan sevgisi imandandır" tarzında ortaya koydukları yüce prensiplere bağlıyım Öte yandan, İslam'ın, yakından uzağa doğru bir fetih ruhu ile bütün beşeriyeti "tevhid bayrağı" altında bütünleştirmeye çalışan bir ilahi sistem olduğunu da asla unutmuyorum.
Yine, Şanlı Peygamberimiz'in: "İlim İslam'ın kaybolmuş malıdır, nerede bulursa almalıdır", tarzında formülleştirdikleri mukaddes ölçüye bağlı olarak hızla "muasırlaşmak" gereğine inanmaktayım. Bu, Türk-İslam kültür ve medeniyetinin yeniden doğuşu (rönesansı) olacaktır.
İslam'dan zerre taviz vermeksizin, yepyeni "kadrolar" ve "müesseseler" ile zamanımızın bütün meseleleri, vahyin, peygamber tebliğlerinin ve "sünnet yoluna" bağlı büyük müctehidlerin açıklamalarının ışığında, yeniden bir tahlile ve terkibe tabi tutulabilir.
İnanıyorum ki, hem Türk olmak, hem Müslüman olmak, hem de muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür. Ecdadımız, bütün tarihleri boyunca, bunu denediler ve başarılı oldular. O halde, bizler niye bu tarihi misyonumuzu yerine getirmeyelim?
Asla unutmamak gerekir ki, "yabancı ideolojiler", yabancı ve istilacı devletlerin fikir paravanalarıdır, milletleri içten vuran sinsi tuzaklardır. Bunu bildiğim ve buna inandığım içindir ki, Türk Devletini bölme ve Türk Milletini parçalama oyunlarına ve terkiplerine karşı durmayı, büyük bir namus ve vicdan borcu bilmekteyim. Hele, bir Doğu Anadolu çocuğu olarak doğduğum ve büyüdüğüm bölge etrafında döndürülmek istenen hain niyetlere ve kahpe terkiplere karşı, elbette kayıtsız kalamazdım.
Beni yakından tanıyanlar, bütün hayatımı ve çalışmalarımı
Türk-İslam Ülküsü'ne vakfettiğimi elbette bilirler. Beni, bu mukaddes yoldan
döndürmek için, ne oyunlara, ne tertiplere ve ne kahpeliklere maruz bırakıldığımı,
bir Allah bilir, bir de ben... Şüphesiz, bu oyunlar bitmemiştir ve kolayca
biteceğe de benzemez.
Kesin Olarak İman Etmişim ki...
Kesin olarak iman etmişimdir ki, "Müslüman Türk Milleti ve onun Devleti güçlü ise İslam Dünyası da güçlüdür". Aksine bir durum varsa, bütün Türk Dünyası ile birlikte İslam Dünyası da sömürgeleşmektedir. Galiba, bu durumu, en iyi idrak edenler de düşmanlarımızdır. Onun için, bütün İslam Dünyası'nı esir almak isteyen "şer kuvvetlerinin" ilk hedefi "Türk Devleti" ve "Türk Milleti" olmuştur. Tarihten ibret almasını bilenler, bunu ayan beyan göreceklerdir. Durum, günümüzde de aynıdır.
Onun için diyorum ki, Türk Devletini yıkmak ve Türk Milletini parçalamak isteyen bölücüler, yalnız "Türklüğe" değil, "İslam’a" da ihanet etmektedirler.