ırım’ı ve Kırım Türklerinin sanatını, tarihini, edebiyatını ve musikisini bir araya getirdiği kitabının sunuş kısmında Sayın Oktay Aslanapa “Kırım, Kırım Türkü/Tatarı denilince yüreğimizin bir köşesi derinden sızlar. Türk ve dünya tarihinin bu en mazlum, en mağdur fakat en haysiyetli insanları, son yüzyılda toplu kıyıma mâruz kalmışlar, katledilmişler, sürülmüşler, lâkin gözlerden uzakta sessiz sedasız nice destanlar yazmışlardır” diyordu.
Rusların Kırım’da görünmeye başlamaları 1699’dan itibarendir. Yine Aslanapa’nın ifadesiyle I. Petro’nun Azak Kalesi’ni zaptıyla ayak sesleri duyulmaya başlamış ve II. Katerina zamanında Anadolu’daki Türklerle bağları koparılmıştı. 1783’te de Kırım Ruslar tarafından ilhak edilmişti.
Rusların baskısı altında göçe zorlanmış, dinî ve kültürel olarak sıkıntılar yaşamışlardır. 1853-1856 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Osmanlı kırım’a asker çıkarmaya karar verdiğinde bu karar işgal altındaki Kırım Türkleri arasında büyük bir memnuniyetle karşılanmıştı. Tanınmış yazar Sevinç Çokum, “Hilâl Görününce” adlı romanında kırım halkının bu ümitli bekleyişini ihtiyar “Nizam Dede” etrafında işledi.
Kırım Türkleri nihayet 1944’de İkinci Dünya Savaşı yıllarında Stalin tarafından yurtlarından sökülerek çıkarıldı ve insanî olmayan şartlar altında Kafkasya ve Orta Asya’nın içlerine doğru hayvan vagonlarıyla sürüldüler. Bu sürgünün henüz romanı yazılmamış olsa da savaş yılları rahmetli Cengiz Dağcı tarafından özellikle “Korkunç Yıllar” romanında gerçekçi ve inandırıcı bir üslup ile anlatıldı.
Kırım tarih boyunca şair Girayları ve 19. yüzyılın ikinci yarısında yetiştirdiği İsmail Gaspıralı ile bilinir. En son olarak da Cengiz Dağcı’yı yetiştirdi Kırım.
Kafkasya ve Karadeniz’in kuzeyinde yerleşmiş olan Türk halkları için 1944 yılı bir felâketin başlangıcıdır. 2. Dünya Savaşı’nın sona yaklaştığı bir dönemde yüzyılın en kanlı ve acımasız lideri Stalin’in başında bulunduğu Sovyet idaresi bütün halkları apar topar yurtlarından söküp Orta Asya’nın uçsuz bucaksız çöllerine sürer.
Bu sürgünü anlatan bir tek yazar çıkmıştır bu güne kadar. O da Karaçay-Malkar halkından Halimat Bayramuk. Yazar, “İki Kasım Bindokuzyüzkırküç” adlı romanında Karaçay halkının insanlık dışı bir muamele ile Özbekistan ve Kırgızistan içlerine gönderilmelerini anlatır. Çoluk, çocuk, yaşlı, ihtiyar, hasta demeden pis vagonlara yükleyerek sürgün eden Sovyet idaresi üzerinden elli yıl bile geçmeden paramparça olmuştur. 14 yıllık sürgünden sonra hayatta kalabilen Karaçay halkı yurtlarına dönseler de evlerine yerleştirilen başka insanlar yüzünden sıkıntılar çeker.
Yine aynı dönemde sürgün edilen Ahıska Türkleri ile Kırım Türklerinin bu sürgün hayatı edebiyata henüz yansımamıştır. Rahmetli Cengiz Aytmatov bir sohbet sırasında “2. Dünya Savaşı’nın edebiyatı henüz yazılmadı” diyerek hayıflanmıştı. Hakikaten bu sürgünlerin anlatılması gerekiyor. Kırım’ın ve Türk dünyasının yetiştirdiği önemli kalemlerinden olan rahmetli Cengiz Dağcı bu konuda elinden geleni yaptı.
Yıl 2014 ve Kırım’ın başı yine ağrımaya başladı, hem de ziyadesiyle. Oynanan oyunun herkes farkında, fakat kendimizle uğraşmaktan Kırım’a el uzatamıyoruz, tıpkı 1853’te Kırım’a çıkamayan Osmanlı gibi. Kırım’a sürgünden dönebilmiş Kırım Türklerinin sayısının 300 bin civarında olduğu söyleniyor. TİKA’nın girişimleri ile yurtlarına geri dönen Kırımlılara evler yapıldı.
Şimdi içimizden diyoruz ki keşke daha çok yapılsaydı da daha çok Kırım Türkü yurduna dönebilseydi. Belki Kırım Özerk Cumhuriyeti Meclise karar alırken çoğunlukta olurlardı ve bağımsızlık yönünde tarihi bir karara imza atarlardı. Bugün ise Kırım’ın geleceği ve kaderi Kırım’a sonradan yerleştirilen başka halklar tarafından veriliyor. Cengiz Dağcı, yine aynı sohbette şöyle diyordu:
“Vallaha karışık olmaktan çok bizim
halkımız Kırım Türkleri, Kırım tatarları kendilerini çok büyük güçlerin
karşısında buldular. Yani her zaman bir yok olma tehlikesi vardı. Ama işte
dayandılar. 50 yıl sürgünden sonra geri dönüyorlar. Şimdi Kırım’da onlar da
var.
Bazıları 400 bin bazıları yarım milyon
kadar var diyorlar. Ama zannedersem doğru rakam 300 bindir. Onların rejistır
(nüfusa kayıtlı) olmaları lazım. Yani deftere geçmeleri lazım. Orada âdet odur.
Rus olsun, Yahudi olsun, tatar olsun, kim olursa olsun orada rejistır olmaları
lazım.
Gayrı resmi olarak 300 bin kadar. Ama resmi
rakamlar 30-40 bin kadar. Onlar da gidip geliyorlar Orta Asya’ya, Özbekistan’a.
Biraz alış veriş yapıyorlar. İyi bir rakam fakat zannedersem bizim için en
azından bir 40-50 yıl lazım ayaklanıp ayağa kalmamız için. Çünkü doğum bizim
halkımızla oluyor.”
Ne kadar
hazin değil mi? Belki eli kalem tutan bir Kırımlı yazar, bugünlerde neler
olduğunu, sebepleri ile beraber yazar da bizler de öğreniriz. Belki de ders
alırız, kim bilir?